dışticaret
Resim

ÖNSÖZ  I

Sağlıklı ve sevilen bir gıda maddesi olarak bilinen fındıkla gerçek anlamda tanışmam, 1976 tarihinde Ticaret Bakanlığı Dışticaret Genel Sekreterliği’nde İhracat Genel Müdür Başyardımcısı olarak göreve başladığım dönemde oldu.

Fındığın ülkemiz ekonomisi, özellikle ihracatı açısından önemi, bir bölgenin kaderini etkileyen stratejik bir ürün olarak Karadenizlinin hayatındaki yeri etkileyiciydi.

İlk tespitim, fındığın Karadeniz’in düzlükler barındırmayan coğrafyasına ve iklim koşullarına en uygun ve yaygınlık olarak da geniş kitleleri ilgilendiren tek ürün olduğudur.

Cumhuriyet’in ilk 10’lu yıllarında Ordu-Trabzon ekseninin ürünü olan fındık, günümüzde Batı Karadeniz’e ve kısmen Marmara Bölgesi’nin Karadeniz sahillerine kadar yayılmıştır.

Devletin önderliği ile kurulan Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Fiskobirlik) ve bağlı kooperatifleri ile fındık üreticileri örgütlüdür. Fındık üreticisi genelde devletin desteğini yanında bulmuştur.

Türkiye, Dünya fındık üretiminde diğer üreticiler olan İtalya, İspanya ve ABD’den açık ara önde dünya lideridir ve dünya üretiminin hemen hemen dörtte üçünü tek başına karşılamaktadır.

Fındık, 70’li yıllarda açık ara ihracatın lokomotif kalemidir ve 70’li yılların sonunda ihracatın değer olarak tek başına % 20’sini sağlamaktadır.

İlerleyen yıllarda iki kez İhracat Genel Müdürlüğü yaptım. Fındığın önemi nisbi olarak azalmakla beraber görev kapsamım içerisinde her zaman önemli bir uğraş konum oldu.

Göreve başladığımda mekanizmayı çözmekle işe koyuldum. Her yıl Devlet tarafından bir destekleme alım fiyatı (birim fiyatı) ilan ediliyordu. Destekleme alımı yapmak üzere Fiskobirlik, Bakanlar Kurulu kararı ile görevlendiriliyor, alımlar T.C. Ziraat Bankası’ndan sağlanan destekleme alım kredileri ile finanse ediliyordu.

Destekleme fiyatı belirlenirken tüccar kuruluşları (borsa, ihracatçı birlikleri) genelde rekolteyi çok yüksek gösterme ve bu yöntemle fiyatın düşük çıkmasını sağlamaya çalışıyor; üretici kuruluşları (Fiskobirlik, Ziraat Odası) ise tam tersi, rekoltenin çok düşük kaldığını dolayısıyla fiyatın beklenenden daha yukarıda belirlenmesi gerektiğini, aksi takdirde üreticilerin masraflarının karşılığını dahi alamayacakları iddiasında bulunuyorlardı.

Bütün bunların yanında tüccar ve ihracatçı kesimi, diğer üretici ülkelerde fındık ve ikame ürün sayılabilecek bademin rekoltesini, dünya fiyatlarını kendilerine göre yorumlayarak destekleme fiyatını aşağı çekmeye çalışırken, üretici kesimi ise tarım felaket haberleri, dramatik rekolte kayıpları üretim masraflarının tahminlerin üzerinde artış gösterdiği gibi argümanlarla fiyatın yukarıda tespitini sağlamaya çalışırlardı.

Her yıl destekleme fiyatının tespitine esas olmak üzere taraflar bir araya getirilerek bu karşılıklı savların dile getirilmesine fırsat tanınır. Ateşli tartışmalara konu olan bu toplantılar hiçbir zaman bir mutabakatla sonuçlanmaz ve taraflar ak ve kara kadar birbirlerinden ayrı düşerlerdi.

Sonra bize düşen tüm bu hercümerçten doğruları ayıklayıp, devletin resmi organlarının tespitlerinin de yardımı ile o sezonun destekleme raporunu hazırlayıp bir fiyat önerisi ile Bakanlar Kurulu’nun karşısına çıkmaktı.

Genelde Bakanlar Kurulu kararı (sonraki yıllarda Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı) Ticaret Bakanlığı’nın önerisine paralel oluşurdu.

Ancak, zaman zaman aşağı doğru değil ama siyasal motiflerle fiyatın yukarı doğru çekilme arzusu gösterilir, piyasada önemli sorun yaratmayacak ölçüdeki telkin, talimat ve taleplere de uyulmaya çalışılırdı.

Bakanlar Kurulu’nun rutini ise Ticaret Bakanı’nın önerisine her defasında Maliye Bakanı’nın ve bazen de destekleme politikaları kendilerince yürütülen tarım ürünleri açısından sorun yaratacağı düşüncesiyle Tarım Bakanlarının da karşı çıkmaları veya müdahaleleri olurdu. Ancak son sözü Başbakan söyler ve konu sonuçlandırılırdı.

Fiyatın ilanı ile birlikte kıyamet kopardı. Kimse memnuniyet ifade etmezdi. Çiftçi bütün imkânlar zorlanarak verilen fiyatı yetersiz bulur, tüccar bu fiyatla rekabet edilemeyeceğini, stok devredeceğini iddia eder, herkes birbirini ve ayrıca hepsi birden bu öneriyi hazırlayan bizleri ve karar veren hükümetleri topa tutarlardı.

Genelde fiyat ilanından önce, öngörüyle risk alarak alivre satış yapanlar (yani henüz rekolte idrak edilmeden, destekleme koşulları belirlenmeden) eğer koşullar tahmin ettikleri gibi gerçekleşirse önemli kazançlar sağlar, aksi durumda ise büyük kayıplara uğrarlardı. Bu sebeple ticari hayatlarının sonu gelen birçok ihracatçı olmuştur.

Avans dağıtarak yabancılar adına önceden mal toplayan, manav tabir edilen aracılar ise piyasanın önemli aktörleri idi.

Fındık fiyatı belirlenirken geçen yıldan devreden stoklar, üretim maliyetleri, rekoltemizin durumu, rakip ülkeler, rakip ürünler, kurlar hepsi değerlendirilerek ve öncelikle üreticinin maliyetlerinin üzerinde emeğinin karşılığını alması ve enflasyon karşısında ezdirilmemesi amaçlanırdı.

Göreve başladığım İlk sezon olan 1976/77’i deneyim edinerek ve izleyerek geçirdim.

Bir husus dikkatimi çekti. Dış alıcılar esasen Türkiye’deki aracıları, komisyoncuları vasıtasıyla Türkiye’deki üretim maliyetlerini, gemiye kadar olan masrafları tanımlayan FOB masraflarını hesaplayıp bunu ilan edilen destekleme fiyatına ilave edip tüccara, aracıya küçük bir kar da hesaplayarak piyasayı oluşturuyor, malı böylelikle elimizden alıp, bilahare spekülatif davranışlarla yükselttikleri fiyatın müspet farkını kendilerine mal ediyorlardı.

Fındık, % 90’ı ihraç edilen bir ürün olarak maliyet koşulları içeride oluşan, ancak dışarıda piyasa bulan bir maldı. Dünya ticaretinin nerede ise %70-80’lik bölümünü kontrol edecek bir büyüklükte, dünyada tek başına belirleyici olacağımız ender mallardan biri iken, destekleme fiyatı ile iç piyasayı belirlerken, dış piyasanın belirlenmesinde hiçbir etkimiz olmamaktaydı.

Şunu gördüm. Fındığın maliyetini artıracak faktörler ilave edersek, batılı alıcılarımızdan bunu rahatlıkla tahsil edebilirdik. Çünkü o tarihlerdeki en büyük alıcımız Federal Almanya’da kişi başı yılda 1 kg dan az fındık tüketilmekte idi. Bu da, pasta, kek, çikolata dondurma gibi sanayi ürünlerinin içinde ve o ürünlerin maliyetinin önemsiz bir bölümünü oluşturacak şekilde gerçekleşiyordu. Yani yıllarca bir safsata ile fındığın fiyatı 5 DM’ı geçerse satılamaz; fındık fiyatı badem fiyatının altında olmalıdır tezlerinin hiçbirinin aslının olmadığını kısa zamanda gösterdik. Zira tüketicinin alıştığı 1 kg fındıklı çikolatanın fiyatının 0.95 DM mi, yoksa 1.05 DM mi olduğunun önem taşımadığını, yaşamın bir gerçeği olarak biliyorduk.

Bir Bakanlar Kurulu karar taslağı hazırlayarak rahmet ve minnetle andığım Genel Müdürüm Aclan Akerman’ın karşısına çıktığımda önerime inanamadı. İhraç ürünlerine vergi iadesi yoluyla teşvik verilirken fındık ihracatından fon kesilmesini kabullenemedi. Günlerce tekrar tekrar anlattım. Sonra razı oldu, taslağı sevk eden yazıya parafını koydu. Ama bir şartı vardı. “Bakan dahil yukarıya sen anlatırsın” dedi. Ara kademeler ne olduğunu tam kavrayamadan yazıyı paraf ettirdim. Ancak, kararname taslağını Bakanlar Kurulu’na sevk edecek, yazıya imzayı koyacak Bakanım Sayın Agâh Oktay Güner’i bir türlü ikna edemiyordum. Diğer işler için gittiğimde, sürekli yanımda taşıdığım kararname taslağını hatırlatıyordum. Ancak her defasında tabir yerinde ise püskürtülüyordum. “Biz ihracatı teşvik için prim verirken ihracattan vergi mi alacağız, bizi Samanpazarı’nda ayağımızdan astıracak mısın” diyordu. Ne var ki, sürekli yinelediğim tezlerimle yavaş yavaş ikna olduğunu görüyordum. Nihayet ortamın müsait olduğu bir gün, konuyu tekrar açtım. “Bıktım, getir imzalayayım” dedi. Dünyalar benim oldu. İlginçtir, Kararname Bakanlar Kurulu’ndan çok kısa sürede ve sorunsuz geçti.

Şimdi düşünüyorum, merhum Genel Müdürüme ve Bakanıma hak veriyorum. İki milyar doları bulmayan toplam ihracatın bir numaralı kalemi olan fındık ile ilgili yaşanacak bir sorunun veya ihracatın bu nedenle tıkanmasının kıt döviz gelirleri çok değerli olan Türkiye’de yaratacağı sıkıntının riski tabii ki az değildi. Öneri mantıklı idi ama uygulamanın başarı ile sonuçlanacağı mutlak değildi. Her şeye rağmen 34 yaşındaki bir genç adama güvenerek desteklerini vermelerinden minnet duyuyorum.

Kararname çıktı. O sıralarda 2 Dolar dolaylarında işlem gören iç fındığa kg başına 1 Dolar fon koyduk. Yani fındığın maliyet fiyatı bir anda % 50 arttı. Diğer bir ifade ile beher kg için fındık ihracat gelirlerimizin % 50 artması imkânı doğdu. Ayrıca beher kilodan 1 dolar tahsil edilerek bir fon oluşturuldu. Fon uygulamasından önce 107 bin ton olan iç fındık ihracatımız, 1977’de 136,500 tona 1978’de ise 157,000 tona ulaştı. Bu iki yılda yaklaşık 300 milyon dolar fon tahsilâtı sağlandı.

Ancak, her radikal tasarrufta olduğu gibi bu uygulamada da fonun ilanı ile kıyamet koptu. Alivre mal satanlar, yabancı alıcılar bir şok yaşadılar. Önce üreticileri üzerimize sürdüler. Sanki bu para üreticilerden kesilmiyormuş gibi. Oysa biz bu parayı yabancı alıcıların cebinden alıyorduk. Ancak siyasetçiler de, biz de bürokrasi olarak sağlam durduk. Bir müddet sonra tepkiler duruldu.

Ne var ki, her menfaat olan yerde olduğu gibi bu uygulamada da hileli yollara sapan 150 ton malı 100 ton diye gösterip fon kaçakçılığı yapmaya kalkışanlar oldu. Ama bunlar münferit olaylardı. Nitekim vergi kaçıranlar, vergi iadesi yolsuzluğu yapanlar, gümrük kaçakçılığı olayları da var. Bunların hiçbiri ne vergi alınmasından, ne gümrük uygulamasından vazgeçilmesine neden sayılamadığı gibi, biz de bu uygulamadan vazgeçmedik. Bazen binlerce ton kaçaktan bahsedenlere üretim, ihracat ve stok rakamlarını göstererek ben Nasrettin Hoca’nın kedi ve ciğer hikâyesini anlatıyordum. Sonra Fındık Sanayi’nin teşviki amacıyla fındıkta muhtelif işleme aşamalarını Türkiye’de gerçekleştirenler için fon indirimleri sağlayarak Türkiye’de fındık işleme sanayisinin kurulmasına bu fon sayesinde imkân hazırladık.

Başarılı olan uygulama ilerleyen yıllarda çekirdeksiz üzüm, mısır, pamuk gibi diğer tarım ürünlerinde de uygulandı. Fonda birikmeye başlayan ve o yılların Türkiyesi için çok büyük sayılabilecek miktarlar, kısa zamanda Maliye Bakanlığı’nın ilgisini çekti. T.C. Ziraat Bankası’ndaki fonun Merkez Bankası’na aktarılmasını talep ederek ilk hamlelerini yaptılar. Hazine’nin iki yakasını zor bir araya getirdiği yıllardı. Hiç yoktan ortaya çıkan bu kaynağın dayanılmaz cazibesi ile baskıyı arttırdılar. Sonunda o tarihteki Bakanımız (rahmetle anıyorum) Teoman Köprülüler’in talimatıyla, ilerleyen yıllarda çok genç yaşta kaybettiğimiz Genel Sekreterimiz ve çok değerli dostum Güzay Güldere ile birlikte (ben o tarihte İhracat Genel Müdürü idim) Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Sekreteri Sayın Kaya Erdem ve Hazine Genel Müdürü Sayın Tevfik Altınok’la bir araya geldik ve sıkı pazarlıklardan sonra fonun yüzde 50’sinin gübre sübvansiyonunda kullanılmak üzere Maliye Bakanlığı tasarrufuna bırakılmasına razı olduk ve dördümüzün imzası ile bu mutabakatı bir protokol haline getirdik.

Fonu kurarken amacım öncelikle fındığın değer fiyatına satılmasını sağlamaktı. Diğer bir ifadeyle dış piyasa fiyatının belirlenmesinde güçlü bir söz söylemekti. Nitekim bu amacımıza ulaştık. Ancak yine bunun kadar önemli diğer bir amacım ise özellikle fon kapsamına alınan fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir, pamuk vs. gibi tarım ürünlerinin tüm destekleme uygulamalarının Devlet’in kaynaklarına ve T.C. Ziraat Bankası kredilerine ihtiyaç duyulmaksızın fondan desteklenmesini sağlamak; bu ürünlerin üretim, depolama, ambalaj, nakliye aşamalarındaki eksikliklerini gidermek ve destek olmak, bu doğrultuda Fiskobirlik, Tariş, Çukobirlik v.s. gibi Tarım Satış Kooperatifleri’ni ve bunlara bağlı kooperatifleri desteklemekti.

Nitekim ilerleyen yıllarda bu kuruluşların başta depolama olmak üzere ihtiyaçları fondan karşılanmıştır.

Kısacası, Devletin, kaynak bulamamasından çoğu kez ise çok geç kaynak tahsis etmesinden dolayı üreticinin yaşadığı zorluklardan onları kurtarmak, kendi içinde dönen bir mekanizma ile kendi kendine yeten ve tamamen ekonomi ve piyasa koşullarına göre çalışan bir sistem kurmak başlıca amacımdı.

Ancak yukarıda da ifade ettiğim gibi Hazine’nin güçlükleri maalesef bu iyi düşüncelere yol vermedi. 1984 yılının Şubat ayında kabul edilen 2976 sayılı Dış Ticaret’in düzenlenmesi hakkındaki kanunla kurulan Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu ile ihracat ve ithalat kalemlerinin tümü için geçerli olacak yeni bir mekanizma kurularak olay genelleştirilmiş ve farklı bir noktaya taşınmıştır.

Tarım ürünleri ihracatından kesilen fon tutarları milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Geçen yıllarda toplanan bu kaynaklar Türk tarımının desteklenmesi için kullanılabilseydi, herhalde bugün tarımın desteklenmesinde yaşamakta olduğumuz sorunları yaşamıyor olurduk.

Toplanan kaynak ilk kuruluş amacının dışına çıkarıldı. Ama bununla da yetinilmedi. İlerleyen yıllarda tarım ürünleri ihracatından alınan fonlar, ekonomi ve piyasa koşullarına göre değil, sembolik olarak belirlendiğinden fon uygulaması da gerçekçi bir uygulama olmaktan uzaklaştı.

Her üretim sezonu başında, çoğu bir bölgenin tüm üreticileri için hayati önem taşıyan bu ürünlerin zaman zaman sahipsiz bırakıldığını, birliklerin finansman sorunu yaşadaıklarını, üreticilerin çaresizlik içinde kaldıklarını görmekten üzüntü duydum.

Karadeniz’in İhracatçı Birlikleri’nin uzun yıllar Genel Sekreterliğini yapan Sayın Ahmet Tunavelioğlu tarafından kaleme alınan “Fındıkla Yarım Asır” isimli bu çalışma beni o yıllara yeniden götürdü. Fındık gerçeğinin yaşattığı bu olaylar dizisini bu yayını okuyacak sizlerle paylaşmak fırsatını bana verdi.

Fındığa yıllarını veren Sayın Tunavelioğlu’nun bu çalışmasının üretici, tacir, ihracatçı, Karadenizli, bu konulara ilgi duyan herkes için çok değerli bilgiler içerdiğini gördüm. Sayın Tunavelioğlu’nu bu çalışmasından dolayı kutluyor, yayınlaması için Vakfımızı seçmesinden dolayı da teşekkür ediyorum.

 

Ertuğrul ÖNEN Türk Dışticaret Vakfı Başkanı

 

ÖNSÖZ  II

        Çocukluk ve gençlik yıllarımı Giresun’da fındık bahçelerinde yaşarken, gelecekteki yılların tamamının da buralarda üretilen fındığın sorunları ile haşır neşir olarak geçeceğini  düşünmemiştim.

İstanbul’daki üniversite öğrenimi ve vatani görev yıllarından sonra öğrenimime bir süre de yurt dışında devam etmeyi planlıyor, dönüşte de İstanbul’da kalmayı düşlüyordum.

İÜ İktisat Fakültesinden mezun olduğum sene henüz kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Yayın Temsil Şubesinde çalışmak üzere bir iş teklifi aldım ve çalışmaya başladım. Amacım, bu kuruluşun Yurt dışı imkanlarından yararlanmaktı...

DPT’deki görevim, yayınlanacak Beş Yıllık Kalkınma Planlarının baskıya verilmeden önce yazılımının kontrolünü yapmaktı. 1. Beş Yıllık Kalkınma Planının “Tarım Politikaları” bölümüne geldiğimde “Geleneksel Tarım Ürünlerimiz” başlığı altında yazılanları okurken şu cümleye takıldım:

“..... Hammadde olarak ihraç edilmekte olan geleneksel tarım ürünlerimizin sanayi ürünü olarak ihraç edilebilmesi için gerekli sanayi tesislerinin kurularak, bir taraftan ekonomiye katma değer kazandırılacak, diğer taraftan da istihdam sorununun çözümlenmesine katkıda bulunulacaktır...”

Bu satırlar beni, ekonomik anlamda fındıktan başka bir ürün yetiştirilmesine uygun olmadığı için, işsizliğin kol gezdiği bölgeme götürdü ve bir an, bacası tüten çikolata fabrikalarını, fındığı işleyerek tüketici ambalajında piyasaya sunacak entegre tesislerini ve buralarda iş sahibi olacak insanlarımızın mutluluğunu görür gibi oldum ...

O günlerde ziyaretime gelen bir hemşehrim, Karadeniz Bölgesi Fındık İhracatçıları Birliğine iş için yaptığım müracaatın kabul edildiğini söyleyince duraladım. Zira yukarıda belirttiğim amaçla DPT’de çalışmaya başlayınca bu konuyu unutmuştum... Düşünmek için birkaç gün süre istedim.

Giresun’a dönmeye karar vererek, bugünkü adı Karadeniz İhracatçı Birlikleri (KİB) olan, Karadeniz Bölgesi Fındık İhracatçıları Birliği’nde genel sekreter yardımcısı olarak çalışmaya başladım. 1969 yılında da, o tarihlerde bağlı kuruluşu olduğumuz Ticaret Bakanlığınca aynı Birliğin genel sekreterliğine atandım. Bu görev emekliye ayrıldığım 2001 yılına kadar sürdü.

Çünkü, 1970’li yıllardan itibaren hızlı bir artış trendine giren üretim karşısında ihracat neredeyse yerinde sayıyor ve bu durum fiyatların düşmesine neden olarak, bir taraftan üreticiyi mağdur ederken, diğer taraftan da, fındığın sanayi ürünü olarak ihraç edilmesi için gerekli fiyat istikrarının kaybolmasına yol açmıştır.  Ancak bu olumsuz gelişmeyi durduracak hiçbir önleme de başvurulmuyordu...

Zamanla bu tutumun, politikacıların konuya popülist açıdan bakmasından ve “Oy” deposu olarak gördükleri fındık üreticilerinin üretimini kısıtlayacak uygulamalara karşı çıkmalarından kaynaklandığı belirginleşince, gidişatın sonunun felaket olacağı konusunda, resmi makam ve karar mercilerinin yanı sıra üretici kesimleri ve kamuoyunu uyarmak amacı ile medyada da yazmaya başladım.

Bir etkisinin olup olmadığı, fındıkta giderek büyüyen sorunlar yumağının günümüzde duvara dayanmış olmasından belli...      

Tehlikeli gidiş zaman zaman bürokrat kesim tarafından önlenmeye çalışıldı ise de getirilmek istenen önlemlerin uygulamaya intikali her defasında politikacılar tarafından önlendi ve bürokratlarımız da “Bu bir siyasi karardır” açıklamasını yapmak zorunda bırakıldılar...                     

            Muhtelif gazete ve dergilerde de yayınlanan genelde fındık konusundaki makalelerden oluşan elinizdeki kitabın adı, tüm yazıların ortak özelliği dikkate alınarak

FINDIKLA “YARIM ASIR”

olarak belirlendi.

Gazeteci, bürokrat, yazar olarak yarım asırdır içinde bulunduğum fındık sektöründe, politik bir oyun görünümü veren fındıktaki uygulamaların ne zaman sona ereceğini kestirmek olanaklı değil... Zira, “Oyun” dan sağlanan reytingten vazgeçilemiyor...                                                                                                                                         

 

Şubat 2010                            

Ahmet T. TUNAVELİOĞLU